OH MEU DEUS ULTRA TRAIL SERRA DA ESTRELA: VAZGEÇİLMEZ BİR TUTKU

6 Haziran 2025, sabah 4’te Seia’ya yola çıktım. Bu yol geçen seneden fazlasıyla tanıdıktı, iki sene olmasına rağmen bu yarışa katılalı adeta bir rutin haline gelmişti. Tüm bedenim beni buraya çağırıyordu. Belki de zaten zorlu olan Portekiz’in bu zirvesinde koştuğum geçen seneki yarışı daha da zorlaştıran korkunç yağmur ve geçirdiğim hipotermi sonucu yarışın sonlarına doğru yapılan müdahale ile CP’de beklemek zorunda kalmam ve sonrasında karanlıkla boğuşup yine de yarışı tamamlamamın bedenimdeki anıları hala canlıydı. Bu sene, ilk tercihim geçen seneki gibi 60 km koşmaktı ve kaydoldum. Ancak bu sene antrenmanlarım ve yarışlardan performansımdan memnundum, 100 km yi verilen sürede bitirebileceğimi kafamda uzun uzun tarttım. İki sorun vardı benim için: 1. Gece başlayan koşuda ilk CP 26. km deydi, bu benim için bir CP’ye varmak için en uzun yoldu (dağda gece ilk koşum olduğunu saymıyorum bile!), 2. Verilen süre 26 saat ve cutofflar benim için zorlayıcı görünmüyordu, ancak geçen senenin tecrübesiyle yarışın 2. gecesine kalmaktan çok korkuyordum. YouTube videom için çektiğim yarışın startından bir kesitte titreyen dudağımda bu korkunun izlerini okudum. Ama 100 km fikri kafama düşmüştü bir kere, gece için de güzel bir antrenman olacak düşüncesiyle kendime güveniyordum. Start noktasında ilk çekincemden arınmıştım, sadece 2. si beni bırakmıyordu. Seia’ya bu sene erken vardım, kitimi alıp geçen sene kaldığım hostele yerleştim. Bu küçük şehirde değişen hiçbir şey yoktu. Öyle ki kitlerin dağıtıldığı finish noktasının yeri de aynı kalmıştır umuduyla ayaklarım otomatik olarak beni belediye parkına götürdü, ancak o nokta 300 km geriye, hostele daha yakına taşınmıştı. Bu gerçekten mükemmeldi, çünkü geçen sene yarış sonrasında hostele giden o birkaç yüz metreyi nasıl yürüdüğümü bir tek ben bilirim, telefonum da bozulduğu için beni merak eden arkadaşlarıma haber vermek için hızlı olmaya çalışıyordum. Yarış öncesi biraz uyudum, bu hafta pek uyuyamamıştım. Çalışmam gereken çok şey vardı ve kendimi çok enerjik hissediyorken halletmek istemiştim. Hazırladığım sandviçleri yedim. Start alacağımz nokta Piódão adlı bir köydü, ve Seia’dan organizasyonun sunduğu otobüsle 1.5 saat bir yolculuk ile ulaşılıyordu. Saat 19.30’da otobüse bindik. Kıvrılan dağ yollarında zar zor ilerleyen otobüsle saat 9’u biraz geçe start noktasındaydık. Tam o sırada, dağların arasında bir beşiği andıran bu Ortaçağ köyünde gün batımına şahit olduk. Unutulmaz bir andı. O sırada duygularımı kaydetmek içimden geçti, bir video çektim. Sonra bu koşunun düşündürdüklerini, özellikle koşu yazılarımı derlediğim başlığın ismi “rites of distance”ın nereden geldiğini anlattığım YouTube videomun başına bu videoyu ekledim. Videoyu aşağıda izleyebilirsiniz.

Yarışın profili ve CP noktaları aşağıdaki gibiydi. Saat gece 10’da start aldık, bir dağ yarışında aldığım ilk gece startıydı. Hazırlığımın iyi olması nedeniyle bedenim çok iyiydi, sağlam ve güçlü hissediyordum. Artık malzemelerdeki düzeni de aşağı yukarı oturtmuş sayılırdım, geçen sene yarışta hipotermi geçirip 2 saat CP’de vücut sıcaklığımın 32 dereceden normale yükselmesi için müdahale altında beklerken karanlık çöküp kafa lambasına ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmemiştim, o şartlarda bir de karanlıkta ağlayarak birkaç km tüm hızımla koşup öndeki koşucuları yakalamıştım. Bu bana ders olmuştu, bu sefer yanımda 2 kafa lambası, 12 (!) yeden pil, 1 powerbank, 2 işaret lambası ile koşuyordum. Bu sefer malzemeyle ilgili iki sıkıntı yaşadım: 1. Geçen senenin korkusuyla çok kalın giyindim, karda giydiğim üstü giyindim, o biraz aşırı terletti ve rüzgarda üşüttü terden dolayı, 2. Bazı malzemelere hakimiyetim zayıftı, tüm özellikleri önceden bilmeliyim malzemelerin tüm detaylarını ve rahat kullanmalıyım (kendimden utanarak söylüyorum, yine kafa lambası sorunu!- ama çok büyük bir sorun yaratmadı). Çantam ağırdı ama hiç zorlanmıyordum, sadece üstümdekilerin kalınlığı darlıyordu. Ama bedenim güçlüydü. Gece ilk kez dağlardaydım hayatımda. Öyle teknik parkurlar vardı ki, Erciyes’in en teknik parkurlarına benzer parkurları burda gece karşımda duruyordu ve insanlar sanki gündüz koşarmışçasına pace lerinden ödün vermeden devam ediyorlardı. Onlardan çok şey öğrendim, takip edebildiğim kadar pace ini koruyan koşucuları takip ettim, ancak karanlık hazırlığımın eksikliği benim hareketlerimin esnekliğini kısıyordu. Bedenim koşuyordu ama mentalim beni bırakmıştı. Yükseldikçe yükseldik, bulutların içindeydi kafam bir ara. Yağmur yağmadı şansıma ama o sisin içinde kar bile yağabilirdi (2 sene önce yağmış!). İlk kez bir yarışta mentalim beni bedenden önce bıraktı. Buna o sırada şaşıramıyordum bile, sonrasında fark edip buraya yazarken şaşırıyorum. Tepeden sonra yeniden bir inişe geçiliyor ve bu sırada 2 köyden geçtik, köyler arasında yüksek patikalarda berrak gökyüzü yusyuvarlak ve dolunayın, ateşböceklerinin ve yıldızların ışıltısı bana eşlik etti. Tüm bunlara sadece şahit oluyordum. Normalde, yarışlarda ya da uzun doğa yürüyüşlerinde bu tür sublime manzaralar karşısında nefesim kesilir, duygulanırım- herhangi bir duygu deneyimi yaşarım (olumlu ya da olumsuz, bazen hemen bitsin isterim acı hissederim). Ama bu sefer duygu deneyimi ve bunların sebep olduğu hikayelere çok uzaktı deneyimim: Sadece şahit olmak vardı. Mindfulness tan aşina olduğum bu kavramın ne anlama geleceğini hiç düşünmezdim. Bedenimle bütünleşmiştim adeta, ama bana yabancı bir deneyimdi. İlk CP çok uzaktı ama sonunda yakaşıyordum, ya da öyle sanıyordum. 25. km… 26, 27… sonra tekrar başka bir dağa tırmanmaya başladık. Bir koşucuya cp nerede diye sordum ve bana 15 km sonra demesin mi? O an CP’ye uğramadan geride bıraktığımı kabullenmek zayıflamış mentalime çok ağır geldi, belki 15 dk demek istedi diye kendimi avutmaya çalıştım. Ve için kötüsü kararsız bir şekilde ilerledim. İradem güçsüzdü, bedenimin gücü bir işe yaramıyordu. Başka bir koşucuya daha sordum, geride kaldığına emin olunca geri koşmaya başladım. Benim gibi saklanmış bu CP yi gözden kaçıran iki koşucu da benle birlikte 200 metre geri dondü ama sonra onlar devam etme kararı aldılar. Ben nedense kuralına uygun oynamak istedim, riske atmak istemedim. Ama köye geri döndüğümde CP yi bulmak çok zor oldu, zaten bulabilsem ilk koşuşumda gözümden kaçmazdı. Organizasyonu aramak zorunda kaldım, bir sürü direktif ile zar zor buldum. Ufak bir ihtiyaç molası sonrasında devam ettim, ama bu sefer kafam öyle bulanıktı ki minicik köy gözüme en büyük metropol gibi göründü- içinden çıkılmaz. Onca işaretin içinde patikaya giden yolu bulamadım, takip ettiklerim beni geriye götürdü. Tekrar CP ye dönüp direktif istedim. O sırada biraz durdum ve mantıklı düşündüm, kaybettiğim bunca zaman ve pace imi göze alırsam (ve geçen sene tırmandığım Serra da Estrela zirvesi Torre nin zorluğunu), ikinci geceye kalmadan bu yarışı bitirmeme imkan yoktu. Kafam o kadar bulanıktı ki bunu göze alamadım ve o noktada kararlılıkla yarışı bıraktım. Bir DNF… Ama bana çok şey öğretti, kendime hatırlatma olsun diye buraya yazıyorum:

  1. Mental güç de beni bazen bırakabiliyormuş. Mental güç kaynaklarıma, mental ve psikolojik hazırlığıma özen göstereceğim, ihmal etmeyeceğim.
  2. Gece yarışlarında teknik koşu imkan bulup çalışacağım – küçük ve güçlü adımlar, cadence i yüksek koşucuların stili bana daha uygun geldi, bazıları yokuşları çok hızlı inip çıkışta çok yavaşlıyorlardı ancak slow but steady gidenler uzun vadede hep öndeydi, hem de çok önde.
  3. Uzun mesafede aynı pace i koruyarak koşmadıkça (iniş çıkış dahil) yarış daha da zorlaşıyor, bundan emin oldum (belki Torre’ye çıkış gibi ciddi bir tırmanışı bunun biraz dışında bırakabilirim). Aslında bir önceki koşum 2 etaplı yarışta bu pacing i uygulamıştım, o nedenle benim için bir başarı olmuştu o yarış. Ve pace i korumanın büyük kısmı performans kapasiten dahilinde mental bir olay.

Sonuç olarak yarış benim için Sobral de Sao Miguel adlı ücra köyde son buldu, öyle ters bir yerdi ki organizasyonun bile uğramadığı… Birkaç saat sonra jandarma araçlarıyla beni aldılar ve Seia’ya gittik, yolda öyle derin uyumuşum ki anlatamam. Hostele döndüğümde 6 kişilik odada tek kişiydim, çok rahattım. Geçen sene tüm yataklar doluydu- zaten yarıştan öyle geç gelmiştim ki uyuyacak zaman da olmamıştı.

Yukarıdaki görsel de geçen seneki yarıştan, 37 km gösteriyor çünkü yalnızca telefonum bozulmadı saatimin de şarjı bitti bu yarışta, hipotermi olmadan kısa süre önceydi.

Geçen seneki gibi bu sene de yarışın bitiminde Porto’ya gittim. Yarışın olduğu Seia, Portekiz’in Centro bölgesinde, Porto’ya da çok uzak değil. Ancak bu sene Porto’yu çok sevemedim. YouTube kanalımın açılıştan sonraki ilk videosunu burada çektim, bu yönüyle hoş bir anı oldu. Bir daha bu yarışa gelir miyim? Kesinlikle. Ama sonrasında Porto’ya gider miyim? Hiç sanmıyorum. Bu bana şunu öğretti: Koşullar hiçbir zaman aynı değil, eski koşullara tutunup kalma, onlar değişiyor ve sen de o değişkenliğe adaptasyon göster, esnek ol hayat karşısında. Güç buradan geliyor.

Bu iki fotoğraf da geçen seneki yarıştan, sağanak yağmur başlamadan önce yine de nemli havaya aldırmadan Torre’ye tırmanış sonrası çektiğim iki fotoğraf. Telefonum bozulunca bu fotoğrafları kaybetmeme çok üzülmüştüm. Elbette her zaman anılar bizimle kalan ancak uzun zaman sonra böyle bir deneyim yaşamanın hissi ve kayaların güzelliğini hep hatırlamak isterim. O nedenle telefonu kurtardıktan sonra yeniden kavuştuğum fotoğrafları buraya koyuyorum.

Seneye görüşmek üzere!